Son dönemde Orta Doğu’da yaşanan gelişmeler, İsrail'in bölgesel güç olma hedefini sorgulatıyor. İlişkilerdeki değişimler, uluslararası siyasetin dinamikleri ve bölgedeki diğer aktörlerin yükselişi, bu süreci etkileyen ana faktörler arasında yer alıyor. Foreign Policy dergisinde yer alan bir analiz, bu durumu ele alarak İsrail'in eski gücüne erişip erişemeyeceğini masaya yatırıyor. Derginin sunduğu bilgiler, yeni bir jeopolitik perspektif arayan analistleri ve gözlemcileri düşündürüyor.
İsrail, tarihsel olarak Orta Doğu'daki en sağlam askeri ve ekonomik güçlerden biri olarak kabul ediliyordu. Ancak son yıllarda, İran’ın etkisi, Arap Baharı’nın getirdiği istikrarsızlık, ve Türkiye'nin bölgedeki yeniden yükselişi, İsrail'in bu konumunu sorgular hale getirdi. Bu süreçte, Filistin meselesinin çözülmemesi ve iç çatışmaların devam etmesi, İsrail'in politikalarını giderek daha karmaşık hale getiriyor. Filistinlilerle ilişkilerde yaşanan gerilim ise, uluslararası toplumda İsrail’in haklılığını sorgulayan bir atmosfer oluşturuyor.
2010’lu yılların ortalarından itibaren, Arap ülkeleriyle yapılan normalleşme anlaşmaları, bazı kazanımlar sağlasa da, bu sürecin uzun vadeli etkiler yaratıp yaratmayacağı belirsiz. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin, İsrail ile sahada çok yönlü ilişkiler kurması bir avantaj olarak görülse de, bu ilişkilerin temelinde stratejik çıkarlar yatmaktadır. Bu da, İsrail’in bölgesel güç olabilmesi için yeterli bir temel olmayabilir. Çünkü bu ülkeler, kendi ulusal çıkarlarını korumakla yükümlüdürler ve bu durum, İsrail ile olan ilişkilerini etkileyebilir.
Geleceğe dair kaygılar arasında, İsrail'in uluslararası alanda yalnızlaşması ve özellikle Batı'nın, insan hakları ihlalleri konusundaki eleştirilerini artırması gelecek riskler arasında yer alıyor. Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerdeki belirsizlik, İsrail’in uluslararası alandaki etkisini azaltabilir. Biden yönetimi, Trump dönemindeki aşırı destek politikalarından daha ölçülü bir yaklaşım sergiliyor. Bu durum, bölgedeki siyasi denklemleri değiştirebilir.
Öte yandan, İsrail’in askeri gücü ve teknolojik üstünlüğü hala oldukça etkileyici. Ancak bu avantaj, yalnızca askeri alanda bir güç olmanın ötesinde, diplomasi ve uluslararası ilişkilerde de etkili olma yeteneğini gerektirmektedir. Günümüzde, sadece askeri güçler değil, ekonomik ve diplomatik ilişkiler de bir ülkede gücün anahtarı haline gelmiştir. Bu bağlamda, İsrail’in sadece askeri üstünlüğe sahip olması yeterli olmayabilir; aynı zamanda bölgesel ve küresel dinamiklere uyum sağlama yeteneği de büyük önem taşımaktadır.
Sonuç olarak, Foreign Policy dergisinin analizi, bölgedeki hızlı ve sürekli değişen dinamikler ışığında, İsrail’in bölgesel güç olarak var olma yeteneğinin sorgulanabileceğini ortaya koyuyor. Bölgenin jeopolitik yapısının karmaşık yapısı içinde, uluslararası ilişkilerin nasıl evrileceği, İsrail’in gelecekteki pozisyonunu belirleyecektir. Bu kritik dönemde, İsrail’in eğitim, teknoloji ve diplomasi gibi alanlarda güçlü adımlar atması, onun geleceği hakkında umut verici olabilir. Ancak bu çabalar, mevcut sorunların ve dinamiklerin göz önünde bulundurulmasıyla, yalnızca zamanla belirginlik kazanacaktır.